Meram ve Dere


İsmail DETSELİ yazdı

MERAM VE DERE

Geçenlerde iş gereği bir iki defa Meramdere’ye gittim. Dere’nin en yükseklerine kadar da araçla çıkmak nasip oldu. Eskiden insanların tırmanarak zor çıktığı yamaçlara öyle güzel yollar ve öyle güzel bahçeli evler yapılmış ki. Aracı kullanan şoförden biraz durmasını rica ettim, durdu. Şöyle güneye doğru bir nazar ettim. O Kızlar Kayası sanki efsanelerdeki gibi insan şeklinde canlanıverdi hayalimde. Sonra otuz yıl kadar önceki Dere’nin içerisindeki değirmenler aklıma geldi. 30 sene önce un öğüttüğüm Evliya Değirmeni şimdilerde yem fabrikası olarak çalışıyordu.

 img_7282    img_7560x

Bir Kış Günü Meram

Efsanelerde ne deniyordu Kızlar Kayası için; bir kızı Dere’de sevdiği oğlana vermemişler. Başka bir köyün zengin, nüfuzlu bir ailesine gelin edeceklermiş. Oğlan kızı seviyor, kız oğlanı seviyor ama aileler ve o kör olası töre müsaade etmiyor evlenmelerine. Oğlan geline diyor ki; “giderken sakın ha ardına dönüp Dere Köyü’ne bakamayasın. Eğer bakarsan sen ve seni benden alıp gidenler taş olsunlar.” Bunun gerçek olacağını iyi bilen kız yine de dayanamamış, atın üzerinden dönüp hüzünle hem Dere’ye hem de geride bıraktığı sevdiği oğlana bakıvermiş. O sıra oğlanın ilenci, bedduası gerçekleşmiş, hepsi de taş olmuşlar. Onun için kayaların görünümü çeşitli giysileri ve siluetleri yansıtırcasına insana heybetli heybetli bakarlar. Bu efsanenin başka anlatımı da var. Gelin veya yolcular çiş yapmış yufka ekmeği ile taharetlenmiş filan diye. Ama aslı benim anlattığım gibi derlerdi eskiler. Zaten bunlar birer efsane ya neyse…

Meramdere

Derenin aşağısından, Dere otobüs son durağına kadar açılan yol üzerinde, bundan 40-50 sene önceleri suların kıvrılarak, sanki kayıplardan akarcasına görünmeden ilerlediği, Amazon Ormanlarını andıran dere bahçelerinden ve meyve ağaçlarından birkaç nostaljik yer kalmış sadece. Onlar da suya hasret. Derelilere ve sularını alanlara küskün bakıyor.

Ya o güzelim değirmenlere ne oldu dersiniz? Suların çekilmesi ve kesilmesi ile değirmenler de birer birer yok oldu ama onların sahiplerinin hepsi de sanayilere gelip büyük değirmenler işlettiler, buğday alıp un ve yem sattılar. Çoğunu da tanıyorum, ahbaplıklarımız selamlaşmalarımız devam ediyor. Dere eski dere değil, çok büyümüş gelişmiş. Hatta biraz da göç bile almış. Eskiden beri Derelileri tanırım çok akıllı insanlar. Çünkü öyle geniş bir araziye sahipler ki dağ tarafı Bulumya, Erenkaya, Çayırbağı ve hatta Tulassa, Kayalı, Sefaköy hudutlarına kadar uzanır. Loras’taki yaylaları ve arazileri Salalı Yaylası, Yazdamı Yaylası gibi birçok yerleşim yerleri var. Kuzeyde ise Sulutas ve Sarayköy’e kadar uzanır arazileri. Ayrıca Konya Aksaray yolunda büyük bir yer tutmuşlar. Kervanköy ve Sülemiş Yaylaları da Derelilere aittir. Ha şoförü unuttuk, ben biraz dalgın düşünüp maziye gittikten sonra araca bindim, “kusura bakma delikanlı eskileri düşündüm, daldığım ondandır” dedim. Hoş karşıladı sağ olsun. Dere’den sonra Meram’a inip bir çay bahçesine oturduk. Bizim çok basitçe iniverdiğimiz gibi Dere’den çabucak inilmezdi ama, silah icat oldu mertlik bozuldu hesabı böyle seri araçlar çıkınca yürüme işi bozuldu. Orada durdu bir delikanlı. “Abi bana Meram’ı anlatır mısın?” Dedi. “Ben Konya’nın köylerinden birindenim. Merak ediyorum sizi tanıyorum siz de Konya’nın yerlisi değilsiniz, köylüsünüz buraları bu kadar nasıl biliyorsunuz?” “Bak delikanlı, ben buraları yazmıştım ama unuttuğum yerler vardı” dedim. Suyu akmayan çayın kenarındaki hamamı gösterip, “bak kardeşim şurası Karamanoğlu Hasbey Hamamı. Karamanoğulları Beyliği’nden kalmadır. Şu taraf Dört Okka. Şu gördüğün çay var ya, işte bu çayda böyle duvar filan yoktu. Hatta kırk sene kadar önceleri, yukarıda bu suyun kaynağı Altunapa Barajı da yoktu. Şiddetli bir yağmur yağdı mı, seller inerdi. Müftügediği’nden aşar ta şehirdeki evleri basardı. İki çay arasından Meram Eski Yol’dan ta Havzan’a inerdi. Lalebahçe Köprüsünün yanındaki tarlaları basarak Selbasan denen şimdi Selver Gülbahçe Osman gazi Mahallelerinden, Kovağazı’ndan Harmancık’tan Karayüğ’den geçerek Hasanköy, Alakova ve Karaslandan Aslım’a iner giderdi. Onun için bu Lalebahçe’nin tarlarına “Selbasan” derlerdi. Yağmurdan sonra insanlar bu tarlalardan günlerce selin getirdiği odunları toplarlar, kışın yakacak yaparlardı. Bu tarlalara kavun karpuz ekerlerdi. Öyle lezzetli olurdu ki buranın bostanı “ulen amma da tatlıymış, sel basan kavunu gibi” derlerdi insanlar. Sonra unutmadan söyleyeyim, Dere’nin içme suyu da dillere destandı. Öyle yumuşak, öyle içimli bir suyu vardı ki adı Mukbil ve Beypınarı idi. Bunları detaylı yazanlar olmuş ben fazla detaya girmeyeceğim.”

 dere  dere2

Kimi zaman akar dere

Derken, delikanlı; “abi dikkatimi çeken şeyler oldu, konuşmalarda lafını bölmedim. Mesela Dört Okka dedin, Müftügediği dedin bunlar nedir?” “Haaa haklısın delikanlı ama çok uzayacak sohbet deyince, abi bu muhabbete doyulur mu, tarihi anlatıyorsun varsın istediği kadar uzasın benim zamanım müsait” dedi.  Vali konağının önlerini işaret ederek dedim ki: “Şu aşağıdan sola ırmaklar ayrılır. Konya’nın bütün yörelerini sulardı bu çay. Bazı yerlere kolay akan veya kolayca çıkan çayın suyu bazı yüksek ırmaklara çok zor çıkardı. Çok değil 25 30 sene önceleri bizler bu ırmakların başında gece ekin ve sebze sulamak için çok gecelerde nöbet tutar, hatta bazen de kavgalar bile yapardık su yüzünden. İşte bu ırmaklardandır Karayüğ Irmağı, Dört Okka Irmağı, Lalebahçe Irmağı, Yaka Irmağı, Çakıl Irmak, Kazanbendi Irmağı vesaire vesaire. Bu Dört Okka’ya su çıkarmak için bir hayli uğraşırmış insanlar. Çayda ağaçlardan, otlardan, çimlerden bent yaparlar suyun yükselmesini sağlayıp ırmağa çıkmasını temin ederlermiş ama bunun da belki yüz sene önce bir bedeli varmış suyun. Peki nasıl alınırmış, arazide yetişen ürünlere salma salınırmış. Buğdaydan bir okka, dekar başı sebzeden iki okka filan derken, bu Dört Okka Irmağı ta Dere’nin içersindeki Kızlar Kayası’nın dibinden ayrılarak, uzun bir mesafe katedip Meram Tavusbaba caminin önünden geçerek Lalebahçe kırbağlarına kadar uzandığı ve suyu çok eylediği için buranın mahsüllerine ekin, bostan, ağaç dal ayırmadan dekara dört okka buğday salarlarmış. Onun için buranın adı Dört Okka kalmış ve halen de bu isimle devam ediyor. Eski Meramlılardan ve hatta Dereli havala (suyun idarecisine denirdi) Hasan savca Abi ile Dereli Alettin Tel emmiler ile Alettin Emmi eski Derelilerden seksenli yıllarda vefat etti sanırım. Seksenden fazla idi yaşı, Onlar bu işi yaparlardı. Aslında bu yöreler hakkında bazı yazarlarımız suyun ölçüsü alınarak ırmaklarda okkaya intikal ettirilmiş diye yazmışlar. Onlar da haklıdır, ben böyle duydum. Ve ben bunları 40 sene kadar önce böyle daima sohbet ettiğim diğer büyüklerden biliyorum. Abdullah kaynar Abi, Ömer Ağa, Kaynakçı Ömer Ağa, Motorcu Memet Ağa, Hacı Nurilerin Nuri Ağa, Durunday’ın Çakıl Irmak’tan Lalebahçe’ye doğru yürüyünce Cacıkların Seyit Ağa, Kasap Altıparmaklar, Tahirler, Lastikçi Abdullahlar, Ecirler, Zenginbaşlar, Kavaklar, Baba Sülümanlar, Karpuzoğulları, Münürler, Saatçiler, hatta buraya çok eskiden iskan olmuş İnliceli Balcıların Bekirler, Tahirlerin Musa ve Hacı Nuriler saydığım insanlardan. Hakkın rahmetine kavuştu bunların bazıları. Halen yaşamlarını sürdürenler de var. Ölenlere Allah rahmet eylesin kalanlara sağlıklı ömür versin.”

Gelelim müftü gediğine. Burası Meram çayı suyunun bir ayrışma noktası bir duraklama ve irkilme noktası. Yukarılardan hızla akıp inen su, burada biraz yavaşlar, Avgın durağında durulur, Meram Eski Yol’u kesip güneye yönelen çay bu genişlikte hız kesermiş. Şimdiki Müftügediği’nde regülâtörler daha yakın yapılmış. O zamanlar buralarda böyle modern ve çok sık evler yokmuş tabi. Bu halini ben de iyi hatırlıyorum. Meram’ın büyük büyük bahçeleri içerisinde birer kulübe, bağ evi gibi evler olur, hatta halkın çoğu kışları Konya da ikamet eder yazları da Meram’a gelirler eker dikerlerdi. İşte “Meram’da bağın, Türbeönü’nde evin varsa sırtın yere mi gelir” diye espriler yaparlardı.

 XIMG_0260

Sonbahr gelmiş, üç elma düşmüş ağaçtan. Biri…

Bu mevkiide bir ev ve büyükçe bir bahçe varmış. Burası Müftüler namında birilerine aitmiş. Sahibi de müftü imiş. Buranın yakınında Avgın durağında çay kenarında Meram’ın yerlisi Abdullah Çokbilir Abi anlatırdı. Halen sağ Allah selamet versin. O müftülerin bahçesi civarında insanlar su taşkınlarını önlemek için ağaç ve taşlardan yaptıkları bent ve tümseğe Müftügediği demişler. Sel gelince bu gediği aştı mı yıkmadık bağ-bahçe ve ev koymaz hatta can bile alırmış. Daha çok yakın tarihte 1980’lerde bir can daha gitti Selbasan’da. Ben buna gözlerimle şahidim. Burayı çayın ıslahı için müftüler sülalesi çaya bağışlamış ve buranın adı da Müftügediği olarak yaşatılmış ve devam edecek inşallah.

Burada bir de kır bağları var. Hikayesi hazindir anlatayım mı? Aslında bu hikayeyi bizim KTO’nun Başkanı Sayın Hüseyin Üzülmez çok iyi bilir. Çünkü küçüklüğünde bunları yaşamış ama zamanı müsait değil. Yalnız şöyle dediğini çok iyi hatırlarım: “Bu Karayüğ, Pirhasan, Lalebahçe, Durunday köylerinin birbiriyle anlaşamaması neticesinde buralardaki tarlalar bir avuç üzüme gitti. Devam eder Üzülmez; bir gün babama iki kişi geldiler ve kır bağlarındaki tarlamızı babamdan istediler. Verdikleri fiyat dönümüne 5 lira. Bunu duyan babam bunları kovaladı. Varsa ben 5 liraya bütün tarlaları alırım dedi ama herkesin rızası olunca babamın da sözü geçmedi ve kırbağları elimizden askeriyeye kaydı gitti”.

Şimdi 25-26 sene önce yaşadığım bir anımı anlatsam, bu yörenin eski halinden sanırım biraz bilgi aktarmış olurum. Sene 1984 filan. Kroma doğru giden yoldan Ordu Çeşmesi civarları tüm askeriye. Onun için Meram’a kadar buralara kimselere gelmez ve iskan olmaz. Bomboş kırbağları. Bir sabah silahımı aldım yürüdüm. Krom koruluğunun içersinden dağlara doğru gittim. Önüme bir tavşan çıktı, silahımı attım ama tavşan yaralandı kaçtı. Ben de peşindeyim. Askeriyenin atış poligonundaki hedef duvarlarının çukuruna yıkıldı. Varıp tavşanı kestim. 6-7 tane asker geldi yanıma, ne o abi? Yahu bu tavşanı yukarda vurdum buraya düştü mecburen peşinden geldim. Şimdi yukarılara gitmek zor eğer müsaade ederseniz şu iki yüz metre ilerdeki krom Meram asfaltına çıkıvereyim dedim. Askerler; “abi bak zaten yasak. Bu sahada çok tavşan var. Sen silah filan atarsında başımıza dert olursun” dediler. Tavşan çıkacağına inanmadığım için atmam dedim. Müsaade ettiler. O iki yüz metre arazinin içersinden geçerken çıkan tavşanın hesabı yoktu. Beni de deli etmeye yetiyordu tam asfalta çıkacağım vakit bir tavşan daha çıktı. Hislerimi yenemedim ve tavşana silah atıp vurdum. Tel örgüden de çıktım. Askerler geldi ama ben çoktan şimdi eski Trafik Tescil’in ve otobüs kalkış varış duraklarının yanına gelmiştim tabi. O zaman oralarda hiç bina filan yoktu. Askerler bana biraz kızdılar. “Sen bir daha gelirsen!” dediler ama ben artık gitmedim oralara. Ana Sultan Mezarlığının önünden Durunday yoluna indim. Burada, o yıllarda belediyede yetkili bir adam vardı Sırrı Sandıkçı diye. Onun cennet bahçesi gibi yemyeşil bakımlı bir güzel bahçesi vardı. Suyunu bol akıtır, belediye çalışanları da bakımını yapardı. Şimdi yerinde yeller esiyor. Yarısını yol genişletmesi aldı, diğer yerleri de kurudu gitti.

Pekmez Köpüğü Ayva yaprağı ile yenir

“Nasıl bir yermiş Meram, Lalebahçe, Durunday, Yorgancı ve Dört Okka öğrendin mi delikanlı?” dedim. Abi sağ ol ağzına sağlık iftar oldu hadi gidelim cevabını verdi. Kalkıp geldik evimizde iftarı ettik oğlan beni bırakıp giderken şöyle diyordu; “abi bu olmadı. Daha çok görüşüp sohbet edelim senin ağzından bal damlıyor.” Sağ ol delikanlı inşallah dedim, ayrıldık.

Saygılarımla…

İsmail Detseli

 

Yorum bırakın